freeodev
  Atatürk ve sanat
 

İnsan siyasal bir yaratık olduğu kadar, uygar bir yaratıktır aynı zamanda. İnsanın siyasal yaratık olarak düşüncelerinin eseri, Devlettir, uygar duygularının eseri ise sanattır. Devlet ve sanat kavramları birbirine kapalı da değildir. Çünkü ikisinin de ortak kaynağı, temeli ve ülküsü toplum ile ilgilidir. Sanat, gerçeklerini toplum vicdanından alır toplum ile bağlantısını yitirmeksizin, onu aynı ülkü istikametinde yüceltmek için çalışır.

Atatürk, yeni Türk devletine modern devlet örgütleri kazandırırken, yeni Türk sanatına, çağdaş anlamda gelişmesi ve ilerlemesi için, yeni bir espri getirmiş ve yeni bir yol açmıştır. Atatürk, sanatçı gibi ince ruhludur; yaratıcı bir muhayyelesi vardır ve kalbi insanlık duygularına açıktır. Bu özellikleri düşünce ve duygularına hâkimdir. O’nun Büyük Nutkunda ve öteki demeçlerinde başkalarına küfür, hakaret ve iftira yoktur. Yalandan nefret eder ve yalan söylememiş olmakla övünür.

Atatürk’ün, yeni Türkiye’yi geliştirmesinde hâkim olan ruh ve düşünce, sanat düşüncesi gibi, evrensel etkilidir.

Öte yandan güzel sanatları, eğitim, bilim ve kültür devriminin bir parçası olarak görür ve bunu her zaman tekrarlar1. Bu nedenledir ki, lâiklik ilkesini, sanat özellikle resim ve heykel sanatıyla yakından ilgili görür, bu nedenle bu iki sanat dalında gelişmek gereğine inanır ve bu bağlamda İslâmiyetteki tasvir yasağı üzerinde durur ve böyle bir yasağın olmadığını, İslâmiyetin ilk yıllarında puta tapmayı önlemek için getirilen düşüncelerin yanlış yorumlandığını savunarak, yanlış kanıları kırmaya çalışır2. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak, sanat yaşamında gözlenen köklü değişiklikler Atatürk Devrimi diye nitelenen geniş kapsamlı olayın içinde yer aldı. Bu nedenle edebiyat, resim heykel ve müzik alanında ortaya konan girişimleri, kültür devrimi kapsamında görmek gerekiyor. Bu noktada Ferit Celâl Güven’in Ekim 1938 de yazdıklarından hareketle Atatürk’ün sanat ve sanatkâr bakışına ilişkin gözlemlerini aktaran bazı cümlelerini buraya alıyoruz: “... Güzel sanatları, ruhların mürşidi, büyük bir mürebbisi olarak bize izah ederdi. O, sanatkârı ve sanatı, inkılâbın hizmetine, orduları vatan hizmetine çağırdı. O, Türk vatanı üzerinde, asırlarca sanatkârlara mevzu olabilecek, bin türlü bedialar vücuda getirdi. Eğer Türk sanatkârı bu bediadan, bu baş döndürücü mevzuları sadakatle taklit edebilirse kendisinden bekleneni ödemiş olabilir.... O’nun nazarında sanat; şahlanmış, telkin etmek istediğini korkusuz, tereddütsüz yapan sanattı. Sanatta neşe, tazelik, büyüklük, cesaret arardı, kütlelerin müşterek duygularını birden harekete getirmesini bilmeyen sanata kıymet vermezdi....”3.

Atatürk’ün sanata ve bu arada resme olan ilgi ve alâkası öğrencilik yıllarına kadar iner. Bu hususla ilgili bir alıntıyı Kinross’tan aktarıyoruz: “... Ali Fuat’la dost oldu. Yaz mevsiminde bir hafta sonunu Büyükada’da geçirmeye karar verdiler. Oteller pahalı olduğu için çamlıklarda kamp kuracaklardı.... çevredeki tabiat güzellikleri, mis gibi kokan çamlıklar, parıltılı deniz, yıldızlı gökyüzü kendilerinden geçirmişti onları... bir ara Mustafa Kemal dedi ki: “Fuad, eğer matematiğin üzerinde durduğum kadar şiir ve resim üzerinde de dursaydım, Harbiye ‘de dört duvar arasında kapanıp, kalmazdım... sabahleyin şafak söker sökmez de resim yapmaya başlardım.” 4

Sanatkâr, Atatürk için neyi ifade ediyordu? Diğer bir ifade ile Atatürk’e göre sanatkâr nasıl olmalıydı? İşte bu hususla ilgili bazı sözleri:

“Sanatkâr, cemiyette uzun ceht ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır.” (1923)

“Hepiniz mebus olabilirsiniz. Vekil olabilirsiniz, hatta reisicumhur olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız. “ (1930)

Bu sözler ile sanatın yaratma gücüne dayandığını, bunun da Allah vergisi olarak doğuştan geldiğini belirtiyor.

“Sanatkârlarımızın mütemadi ve feyyaz mesaisinin daima takdirkârı bulunduğumu selâm ve hürmetlerimle beraber cemiyet azasına tebliğ etmenizi rica ederim. “ (1923) Hem bu sözler hem de “sanatkâr el öpmez, sanatkârın eli öpülür.” (1930) sözü açık bir ifadeyle sanatkâra duyulan saygının bir göstergesiydi. Sanatkârı sürekli çalışan, çok verimli ve saygın insan olarak nitelendiren Atatürk, güzel sanatları, Türk ulusunun tarihi bir özelliği olarak görüyor, sanatın yaşamsal özelliğe sahip olduğunu vurgulayarak, ulusal bir ülkü şeklinde nitelendiriyordu. Bu arada sanatçıların işleyecekleri konular için bitmez tükenmez millî sanat hazinelerine yakın ve uzak tarihimize dönemlerine işaret ediyordu.

Sanatı güzelliğin ifadesi olarak nitelerken, ulusların ilerleme yolunda belirli bir yerlerinin oluşmasını resim ve heykel yapmalarına, tekniğin gerektirdiklerini uygulamalarına ve sonuç olarak da insanların olgunlaşmasına bağlar. Güzel sanatların devrimler içindeki konumunu da şöyle ifade eder;

“Güzel sanatlarda muvaffakiyet, bütün inkılâpların muvaffak olduğunun en kat’î delilidir. Bunda muvaffak olamayan milletlere ne yazıktır. Onlar bütün muvaffakiyetlerine rağmen medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla tanınmaktan daima mahrum kalacaklardır”5.

Cumhuriyetin onuncu yılındaki söylevinde güzel sanatlara da yer vermiştir. Bu söylevinde Türk milletini yüksek bir insan cemiyeti olarak niteleyerek, onun tarihi vasıfları içinde güzel sanatları sevmek ve onda yükselmenin de bulunduğuna işaret ediyordu6.

 
  Bugün 15 ziyaretçi (25 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol